Ad

tarım etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
tarım etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Türkiye’nin Columbia İklim Okulu İlhamlı Projesi

BİR MODEL OLARAK COLUMBIA CLIMATE SCHOOL VE TÜRKİYE’DEKİ KARŞILIĞI: İKLİM OKULU

İklim krizi artık yalnızca bilim insanlarının tartıştığı bir konu değil. Hayatın her alanında etkisini hissettiren bu küresel sorun, çözüm için disiplinler üstü, katılımcı ve uzun soluklu bir mücadeleyi zorunlu kılıyor. Tam da bu ihtiyaca cevap olarak 2020 yılında Amerika Birleşik Devletleri’nde kurulan Columbia Climate School, yalnızca akademik değil; aynı zamanda uygulamalı, adalet odaklı ve toplumsal dönüşüme açık bir iklim eğitimi modelini hayata geçirdi.

Columbia Üniversitesi bünyesinde kurulan bu okul, sadece bir yüksek lisans programı değil; aynı zamanda küresel ölçekte çözüm üreten araştırma merkezleri, karar alıcılara rehberlik eden analiz birimleri, yenilikçi projeler ve halkla etkileşim halinde sürdürülebilirlik odaklı bir eğitim vizyonudur. Üç temel sütun üzerine inşa edilen bu model — Yer Sistemleri ve Sürdürülebilirlik, Sosyal Sistemler ve Adalet, Eylem için Analitik Bilgi — iklim krizine karşı bütüncül bir yaklaşımı temsil eder.

Columbia Climate School’un en dikkat çeken yönlerinden biri de yalnızca üniversite sınırlarında kalmayan etki gücüdür. Örneğin, tarımda dönüşüm, kentlerde iklim direnci, enerji geçişi, su kaynaklarının korunması, afetlere hazırlık gibi konularda çok sayıda aksiyon odaklı iş birliği yürütmektedir. Eğitimde ise yalnızca mezuniyet sonrası değil, öğretmen eğitiminden çocuklara yönelik atölyelere kadar geniş bir yelpazeye sahiptir.

Bizler de Türkiye’de, iklim değişikliğiyle mücadeleye katkı sunmak amacıyla İklim Okulu girişimini aynı ilhamla kurduk. www.iklimokulu.com adresi üzerinden faaliyet gösteren İklim Okulu, Columbia modelini yerel dinamiklerle buluşturarak hem akademik hem toplumsal dönüşüm hedefleyen bir yapıya sahiptir.

İklim Okulu olarak biz de:

• Çocuklardan yetişkinlere kadar her yaş grubuna yönelik iklim okuryazarlığı atölyeleri düzenliyoruz.
• Yerel yönetimlere ve kurumlara iklim eylem planları (SECAP) oluşturma süreçlerinde rehberlik ediyoruz.
İklim adaleti, yeşil girişimcilik, döngüsel ekonomi ve afet direnci gibi başlıklarda eğitici içerikler geliştiriyoruz.
• STK’lar ve okullarla birlikte iklim temalı projeler yürütüyor, saha temelli gönüllülük çalışmaları gerçekleştiriyoruz.
• Sosyal medya ve podcast yayınlarıyla, iklim krizine karşı farkındalığı artırmak için halkla doğrudan iletişim kuruyoruz.

Bizim için iklim eğitimi sadece bilimsel bilgi aktarmaktan ibaret değil; aynı zamanda bir yaşam biçimini yaygınlaştırmak, dayanışmayı artırmak ve ekolojik hassasiyetle yeni bir gelecek inşa etmektir.

Tıpkı Columbia Climate School gibi, İklim Okulu da sadece bugünü değil, yarını da düşünenlerin adresi olmak istiyor. Bilgiyle, inançla, bilimle ve umutla.

Süleyman ÇETİN
Çevre Yüksek Mühendisi & İklim Okulu Kurucusu



Çevre Dostu İnovasyon: Biyogirişimcilik Nedir?

Doğadan İlham Alan Yenilikçi Girişimler: Biyolojik Üretim Girişimciliği

Değerli dostlar,

Son yıllarda “girişimcilik” kelimesi neredeyse her alanda karşımıza çıkıyor. Ancak aralarında öyle bir tür var ki, hem doğaya hem insana hem de ekonomiye hizmet etme potansiyeli taşıyor: biyogirişim veya diğer adıyla biyolojik üretim girişimciliği.

Peki, nedir bu biyogirişim?
En basit tanımıyla, canlı organizmalara, biyolojik süreçlere veya biyoteknolojiye dayalı yenilikçi üretim ve hizmet modelleridir. İçinde hücre, enzim, mikroorganizma ya da doğanın sunduğu herhangi bir biyolojik unsur varsa, bu girişimler biyogirişim olarak kabul edilir.

Ancak burada amaç sadece ticari kazanç değildir. Biyogirişimler, aynı zamanda sağlık, tarım, çevre ve enerji gibi hayati sektörlerde sürdürülebilir çözümler ortaya koyar. Örneğin doğa dostu tarım uygulamaları, biyobozunur ambalajlar, biyolojik ilaçlar veya yenilenebilir enerji kaynaklarına dayalı projeler bu kapsama girer.

BİYOGİRİŞİMİN AVANTAJLARI
Biyogirişimciliğin en büyük artısı, çevre dostu ve doğal çözümler geliştirme imkânı sunmasıdır. Bu tür girişimler sadece bir sektörde değil; sağlık, ilaç, tarım, gıda, enerji gibi geniş bir yelpazede etkili olabilir. Ayrıca, sürdürülebilirlik odaklı çalıştıkları için düşük karbon ayak izine sahiptirler ve üniversitelerle, araştırma merkezleriyle kolayca iş birliği fırsatları yakalayabilirler.
Yatırımcıların ilgisini çeken bir diğer yönü de, biyogirişimlerin yenilikçi ve gelecek vaat eden bir alan olmasıdır.

BİYOGİRİŞİMİN ZORLUKLARI
Tabii ki her şey tozpembe değil. Ar-Ge süreçleri uzun ve maliyetlidir. Yasal düzenlemeler ve sertifikasyon süreçleri karmaşıktır. Pazara giriş ve tüketici bilinçlendirmesi zaman alabilir. Ayrıca bu işlerin teknik bilgi, uzmanlık ve özel ekipman gerektirdiği unutulmamalıdır.

İklim Okulu’ndan Biyogirişim Fikirleri

Benim alanım olan İklim Okulu’nda da biyogirişimci fikirler geliştirmek mümkün. Mesela tohum toplarıyla biyoçeşitliliği artıracak doğa tabanlı atölyeler düzenlemek, biyobozunur malzemelerle çevre eğitimi setleri tasarlamak veya küçük ölçekli biyolojik arıtma sistemleri tasarlamak…
Bunlar hem çevresel fayda sağlar hem de toplumsal dönüşüme katkı sunar.



Unutmayalım: Doğadan ilham almak sadece bir romantizm değil; geleceğin iş modelidir. Ve biyogirişimler bu yolun tam merkezindedir.

YEŞİL GİRİŞİM ÖRNEKLERİ: TÜRKİYE VE DÜNYADAN İLHAM VERİCİ BAŞARI HİKAYELERİ

TÜRKİYE’DE ÖNE ÇIKAN YEŞİL GİRİŞİMLERE ÖRNEKLER

1. Biolive

  • Alan: Biyoplastik Üretimi

  • Faaliyet: Zeytin çekirdeklerinden biyolojik olarak parçalanabilen plastik üretiyor. Petrol bazlı plastiklere alternatif üretiyor ve çevreye zarar vermiyor.

2. Fazla Gıda

  • Alan: Gıda Atığı Yönetimi

  • Faaliyet: Restoran, market ve otellerde oluşan fazla gıdaları ihtiyaç sahiplerine yönlendirerek gıda israfını azaltıyor. Dijital platform üzerinden atık yönetimini kolaylaştırıyor.

3. İklim Okulu

  • Alan: Sürdürülebilirlik ve İklim Eğitimleri

  • Faaliyet: Toplumda iklim farkındalığını artırmak için eğitimler, atölyeler, danışmanlık hizmetleri ve projeler sunarak bireylerin, kurumların ve yerel yönetimlerin sürdürülebilirlik hedeflerine ulaşmasına katkı sağlıyor.

4. Tarla.io

  • Alan: Dijital Tarım

  • Faaliyet: Çiftçilerin verimli tarım yapmasını sağlayan akıllı tarım sistemleri ile toprak analizi, hava durumu takibi ve sulama yönetimi sağlıyor.

5. Reengen

  • Alan: Enerji Verimliliği

  • Faaliyet: Binaların enerji tüketimini yapay zekâ destekli izleyerek analiz ediyor ve verimlilik artışı sağlıyor.

DÜNYADAN SÜRDÜRÜLEBİLİR YEŞİL GİRİŞİM ÖRNEKLERİ

1. Too Good To Go (Danimarka)

  • Alan: Gıda İsrafını Önleme

  • Faaliyet: Restoranlar ve kafelerdeki fazla yiyecekleri uygun fiyatla tüketicilere ulaştırıyor.

2. Tesla (ABD)

  • Alan: Elektrikli Araçlar ve Yenilenebilir Enerji

  • Faaliyet: Elektrikli otomobiller, güneş enerjisi sistemleri ve enerji depolama çözümleriyle sürdürülebilir ulaşımın öncüsü.

3. Climeworks (İsviçre)

  • Alan: Karbon Yakalama ve Depolama

  • Faaliyet: Doğrudan havadan karbon dioksit yakalayıp yer altına depolayan tesisler geliştiriyor.

4. Lufa Farms (Kanada)

  • Alan: Kentsel Tarım

  • Faaliyet: Şehirlerin çatılarına kurdukları seralarla, organik ve sürdürülebilir tarımı şehrin merkezine getiriyorlar.

5. Solar Foods (Finlandiya)

  • Alan: Alternatif Gıda Üretimi

  • Faaliyet: Havadan ve elektrik enerjisinden yüksek protein içeren gıdalar üretiyor. Tarım arazisi ve su kullanımına ihtiyaç duymayan yenilikçi gıda üretimi sağlıyor.

YEŞİL GİRİŞİMLERDEN NE ÖĞRENEBİLİRİZ?

Yeşil girişimler yalnızca doğaya katkıda bulunmakla kalmaz, aynı zamanda ekonomik değer üretir, toplumda bilinç oluşturur ve yeni istihdam alanları açar. (Yeşil Girişim Nedir?)

Bu örneklerden hareketle, Türkiye'de yeşil girişimciliği teşvik etmek, sürdürülebilir kalkınma hedeflerine ulaşmak için kritik öneme sahiptir.

İklim Okulu olarak, yeşil girişimcilerin mentörü ve destekleyicisi olmaya devam ediyoruz. Eğer siz de yeşil bir girişim fikrine sahipseniz, birlikte geliştirelim!



SOSYAL GİRİŞİM NEDİR? TÜRKİYE VE DÜNYADAN BAŞARI ÖRNEKLERİ

SOSYAL FAYDA VE KÂRIN BULUŞTUĞU YENİ NESİL GİRİŞİMLER

Sosyal Girişim Nedir?

Sosyal girişim, sosyal veya çevresel sorunlara yenilikçi ve sürdürülebilir çözümler üretmek amacıyla kurulan, ticari faaliyetleri kullanarak kâr eden ancak bu kârı öncelikle sosyal faydaya dönüştüren girişimlerdir. Sosyal girişimler, kâr elde etmeyi hedeflemekle birlikte temel amaçları toplumda olumlu bir etki yaratmak ve sosyal değişimi desteklemektir. Kazandıkları geliri yeniden yatırıma dönüştürerek, topluma ve çevreye katkıda bulunurlar.

Sosyal Girişimlerin Temel Özellikleri:

  • Sosyal ve çevresel amaçlar önceliklidir.

  • Finansal sürdürülebilirliği sağlarlar; gelirlerini tekrar sosyal fayda için kullanırlar.

  • Yenilikçi çözümler geliştirirler.

  • Şeffaflık ve hesap verebilirlik ilkelerine sahiptirler.

Türkiye’den Sosyal Girişim Örnekleri

1. E-Bursum

  • Alan: Eğitim ve burs platformu

  • Faaliyet: Öğrencilerin burs imkânlarına kolayca ulaşmasını sağlayan dijital platform sunarak, eşit eğitim fırsatları yaratır.

2. BeslerŞifa

  • Alan: Doğal ürünler ve kadın istihdamı
  • Faaliyet: Dezavantajlı kadınların ürettiği bitkisel yağ, merhem ve kremleri tüketiciyle buluşturarak kadınların ekonomik ve sosyal güçlenmesini sağlar.

3. Otsimo

  • Alan: Özel eğitim uygulamaları

  • Faaliyet: Otizmli çocuklar için ücretsiz ve erişilebilir eğitim uygulamaları geliştirerek, özel eğitimde fırsat eşitliğini sağlıyor.

4. Joon

  • Alan: Mülteci kadınların ekonomik güçlendirilmesi

  • Faaliyet: Mülteci kadınları tekstil üretimi alanında eğiterek ekonomik bağımsızlık kazanmalarını sağlıyor ve ürettikleri ürünleri satıyor.

5. Bilge Seramik Sanat

  • Alan: Seramik sanatı ve kadın istihdamı
  • Faaliyet: Dezavantajlı kadınlara seramik üretim eğitimi vererek ürettikleri eserlerin satışıyla ekonomik gelir elde etmelerini ve sosyal entegrasyonlarını güçlendirmeyi amaçlar.

Dünyadan Sosyal Girişim Örnekleri

1. TOMS Shoes (ABD)

  • Alan: Sosyal ayakkabı üretimi

  • Faaliyet: Satılan her çift ayakkabı karşılığında ihtiyaç sahiplerine bir çift ayakkabı bağışlayarak dünyada farkındalık yarattı.

2. Grameen Bank (Bangladeş)

  • Alan: Mikrofinans

  • Faaliyet: Yoksul, özellikle kadın girişimcilere küçük krediler sağlayarak ekonomik bağımsızlık kazanılmasına öncülük etti.

3. Too Good To Go (Danimarka)

  • Alan: Gıda israfını azaltma

  • Faaliyet: Restoran ve kafelerde artan yiyecekleri ucuz fiyatlarla tüketicilere ulaştırarak, gıda israfının önüne geçiyor.

4. The Ocean Cleanup (Hollanda)

  • Alan: Okyanus ve nehir temizliği

  • Faaliyet: Teknolojik sistemler geliştirerek okyanuslarda biriken plastikleri temizliyor ve plastik kirliliğiyle mücadele ediyor.

Sosyal Girişimlerin Önemi ve Geleceği

Sosyal girişimler, sosyal sorunlara yenilikçi çözümler sunmanın yanı sıra ekonomik sürdürülebilirliği ve toplumsal değişimi destekleyen önemli araçlardır. Geleneksel yardım veya bağış yöntemlerinin aksine, sosyal girişimler sürekli finansal sürdürülebilirlik sağlayarak uzun vadede kalıcı çözümler üretirler.

Gelecekte sosyal girişimlerin, küresel sorunların çözümünde kritik roller üstleneceği ve devletler, şirketler ve toplumlar tarafından daha fazla destekleneceği öngörülmektedir.




İKLİM DİRENCİ NEDİR VE NEDEN ÖNEMLİDİR?

 İKLİM DİRENCİ NEDİR?

Değerli dostlar,

İklim değişikliği artık uzak bir tehlike değil; hayatımızın içinde, tarımımızda, su kaynaklarımızda ve şehirlerimizde hissedilen bir gerçek. Peki bu değişime karşı sadece tedbir mi almalıyız? Hayır. Asıl hedefimiz iklime dirençli bir sistem kurmak olmalı.

Peki iklime dirençlilik ne demektir?

İklim direnci, bireylerin, toplumların, ekosistemlerin ve ekonomilerin iklim değişikliğinin etkilerine karşı dayanıklı hale gelmesi, şoklara ve streslere adapte olabilmesi demektir. Yani sadece zararları azaltmak değil, değişen koşullarda ayakta kalabilmek ve gelişebilmek demektir.

Başka bir deyişle: İklim direnci, geleceğin garantisidir.

NEDEN İKLİM DİRENCİNE İHTİYAÇ VAR? Çünkü:

• Mevsim düzenleri değişiyor,
• Aşırı hava olayları artıyor,
• Kuraklık, sel, orman yangını gibi felaketler artık sıradanlaşıyor.

Eğer şehirlerimizi, tarımımızı, su kaynaklarımızı ve ekonomimizi bu yeni gerçekliğe göre şekillendirmezsek, her yıl daha fazla kayıp vereceğiz.

İKLİM DİRENCİ NASIL SAĞLANIR?

  1. Tarımda Direnç:
    İklime dayanıklı tohumlar geliştirmek, agroekoloji ve permakültür gibi doğa dostu tarım sistemlerini yaygınlaştırmak.

  2. Şehirlerde Direnç:
    Yeşil altyapı (çatı bahçeleri, yağmur bahçeleri gibi), su yönetimi, sıcak hava dalgalarına karşı gölgelendirme sistemleri kurmak.

  3. Enerji Sistemlerinde Direnç:
    Tek bir enerji kaynağına bağlı kalmamak, güneş, rüzgar, biyokütle gibi yenilenebilir kaynakları çeşitlendirmek.

  4. Toplumsal Direnç:
    İklim okuryazarlığını artırmak, yerel halkı karar alma süreçlerine dahil etmek, afet yönetimi ve erken uyarı sistemlerini güçlendirmek.

  5. Ekonomik Direnç:
    Yeşil girişimciliği desteklemek, karbon piyasalarına adapte olmak ve iklim risklerini finansal planlamalara dahil etmek.

İKLİM OKULU’NUN VİZYONU: DİRENÇLİ TOPLUMLAR İklim Okulu olarak biz, sadece bilgi üretmiyoruz. Aynı zamanda bireyleri, kurumları ve şehirleri iklime dirençli hale getirecek eğitimler, projeler ve iş birlikleri geliştiriyoruz.
Çünkü inanıyoruz ki, değişime ayak uyduranlar değil; değişimi yönetenler ayakta kalacak.

SONUÇ: İKLİM DİRENCİ GELECEĞİN DİLİDİR İklim krizi karşısında sadece savunmada kalmak yetmez.
Artık daha dayanıklı, daha esnek, daha uyumlu sistemler kurmak zorundayız.
İklime dirençli olmak; doğaya, topluma ve geleceğe saygı duymanın en güçlü yoludur.

Bugün dirençli olmak için attığımız her adım, yarın umudun yeşermesini sağlayacak.

Süleyman ÇETİN
Çevre Yüksek Mühendisi – Proje Uzmanı – İklim Okulu Kurucusu



Kentsel Tarımın Geleceği: Çatı Bahçeleri

ÇATI BAHÇECİLİĞİ: BETON KENTLERİN YEŞİL UMUDU

Değerli dostlar,

Modern şehirlerin beton yapıları içinde doğaya ulaşmak her geçen gün zorlaşıyor. Ama çözüm aslında tam tepemizde olabilir: Çatılarımızda!
Çatı bahçeciliği, kentlerde yaşayan bireylere hem doğayı hem de üretimi yeniden sunan bir çözümdür.

Çatı Bahçesi Nedir?

Çatı bahçesi, bir yapının çatısında toprak veya özel sistemlerle oluşturulmuş bitkisel üretim alanıdır.
Bu alanlarda;

• Sebze yetiştirilebilir,
• Aromatik bitkiler üretilebilir,
• Süs bitkileri ile doğal gölgelik yapılabilir,
• Arılar ve kuşlar için yaşam alanı oluşturulabilir.

Neden Önemlidir?

Isı yalıtımı sağlar, binanın iç sıcaklığını dengeler.
Yağmur suyunu tutar, sel riskini azaltır.
Hava kalitesini iyileştirir, karbonu emer.
Şehir ekosistemine katkı sağlar, biyolojik çeşitlilik artar.
Kendi gıdanı üretme imkânı sunar.

Çatı Bahçesi Nasıl Kurulur?

  1. Statik Hesap: Çatı ağırlık taşıma kapasitesi kontrol edilmeli.

  2. İzolasyon: Su ve kök yalıtımı için özel membranlar kullanılmalı.

  3. Toprak Seçimi: Hafif, besleyici ve geçirgen toprak tercih edilmeli.

  4. Bitki Seçimi: İklime dayanıklı ve düşük bakım isteyen türler seçilmeli.

  5. Sulama Sistemi: Otomatik damlama sulama sistemi kurulabilir.

Kentlerde Yeni Bir Tarım Kültürü

İstanbul, Berlin, Tokyo gibi şehirlerde artık apartman çatılarında bile;

• Marul, domates, biber gibi sebzeler,
• Adaçayı, fesleğen gibi şifalı otlar,
• Balkon kovanlarında bal üretimi yapılabiliyor.

Topluluk Bahçeciliği ve Sosyal Katkı

Çatı bahçeleri bireysel olduğu kadar kolektif de olabilir.
Apartman sakinlerinin ortaklaşa bahçeciliği,
Okul çatı bahçeleriyle çocuklara doğa eğitimi,
Kentsel yoksullukla mücadelede gıda erişimini artırmak gibi etkiler sağlar.

Sonuç Olarak: Şehri Üretken Hale Getirmenin Anahtarı Çatımızda

Çatı bahçeleri, sadece yeşil bir alan değil; aynı zamanda yaşamı yavaşlatan, üretimi teşvik eden, doğayı geri çağıran bir kültürdür.

Eğer siz de kendi çatı alanınızı değerlendirmek, tasarım ve sistem kurulumunda destek almak isterseniz İklim Okulu çatısı altında proje danışmanlığı yapmaktan memnuniyet duyarım.

Süleyman ÇETİN
Çevre Yüksek Mühendisi ve Proje Uzmanı




Dünyada Bu Kadar Sorun Varken İklim Değişikliği Ne Kadar Önemli?

Öncelikler Sıralamasında İklim Nerede?

Değerli dostlar,

Dünya zor bir dönemden geçiyor. Bir yanda Ukrayna-Rusya savaşı, diğer yanda Sudan ile Güney Sudan arasında yeniden alevlenen çatışmalar. Ortadoğu’da Filistin-Gazze hattında siyonist israillilerin yaptıkları soykırım, Myanmar’da sistematik katliamlar, Doğu Türkistan’da uzun süredir devam eden yaşam ihlalleri… Tüm bu sorunlar yalnızca politik değil, doğrudan yaşam hakkını ilgilendiren trajediler. Aynı zamanda Türkiye gibi ülkelerde yaşanan ekonomik zorluklar da toplumların en temel ihtiyaçlarına ulaşmasını engelliyor.

Bu manzara karşısında soruyu sormak kaçınılmaz hale geliyor: İklim değişikliği bu yaşananların neresinde duruyor? Gerçekten bu kadar elzem mi? Yoksa sırası mı değil?

İklim Değişikliği Bir Lüks Gündem mi?

Bazı çevreler iklim değişikliğini konuşmanın, küresel meseleler arasında “refah seviyesi yüksek ülkelerin ilgilendiği bir konu” olduğunu düşünüyor. Gerçekten de savaş ve açlık gibi çok daha acil görünen krizlerin ortasında, karbon emisyonlarını, 1.5 derece hedefini veya COP zirvelerini konuşmak, ilk bakışta fazla teorik ya da ikincil bir mesele gibi algılanabiliyor.

Ancak burada dikkat edilmesi gereken şey şu: İklim değişikliği, doğrudan etkisini zamanla gösteren, ama etkilediği alanlar bakımından her şeyin temeline dokunan bir olgu. Tarım, su, enerji, göç, sağlık, güvenlik… Yani aslında ekonomik buhran da, savaşlar da, göçler de bir noktada iklimin etkileriyle kesişiyor.

İklim Değişikliği Kaçıncı Sırada?

Tarafsız bir gözle bakarsak, iklim değişikliği hayatta kalma ile ilgili değilmiş gibi görünse de, yaşamın sürdürülebilirliğiyle doğrudan ilgilidir. İnsanların bombalardan kaçtığı coğrafyalarda bugün birinci öncelik güvenlik olabilir; ancak uzun vadede bu coğrafyalarda susuzluk, çölleşme, tarım krizleri daha derin çatışmalara zemin hazırlayabilir.

Dolayısıyla iklim değişikliği belki şu an gündemin birinci sırasında değildir; ama orta ve uzun vadede diğer tüm krizleri etkileyebilecek nitelikte olması nedeniyle, stratejik önceliklerde ilk beş içinde mutlaka yer almalıdır.

Öncelikleri Birbirine Düşürmek Yerine Bütüncül Düşünmek Gerekir

Bu meseleye “önce insan mı, önce iklim mi?” şeklinde bakmak, aslında ayrıştırıcı bir tuzaktır. Çünkü iklim konusu zaten insanla ilgilidir. Savaşın olduğu yerde yıkım olur ama iklim yıkımı sessiz ve kalıcı olur. Ekonomik kriz geçici olabilir, ama toprağın ve suyun kaybı onarılmaz olabilir. Bu yüzden insani, sosyal ve ekolojik krizlerin hepsi birlikte ve bütüncül bir anlayışla ele alınmalıdır.

Sonuç olarak, iklim değişikliği “öncelik” kavgası yapılacak bir mesele değil; öncelikleri sürdürülebilir kılmanın zemini olan bir meseledir. Evet, savaşlar, açlık ve hak ihlalleri elbette önceliklidir; ama bu dünyada nefes alacak temiz hava, içecek su, üretecek toprak olmadan o öncelikleri yaşatmak da imkansız hale gelir.

Süleyman ÇETİN
Çevre Yüksek Mühendisi ve Proje Uzmanı



İklim Göçü Nedir? Gerçek mi, Mit mi?

Göller Kuruyor, İklim Değişiyor: İklim Göçü Nedir?
Değerli dostlar,

Göç dendiğinde akla çoğu zaman savaşlar, yoksulluk, siyasi baskılar gelir. Ancak son yıllarda dünya kamuoyunda yükselen yeni bir kavram var: İklim göçü. Yani insanların doğrudan iklim koşullarındaki değişimler nedeniyle yaşam alanlarını terk etmesi.

Bu kavram belki hâlâ birçok ülkenin resmi göç politikasında yer bulmuş değil ama gerçek şu ki; toprak çatladığında, su çekildiğinde, iklim dönüştüğünde, insanlar da kaçınılmaz olarak yön değiştiriyor.

Orta Asya’da Bir Vaktiyle Vaha Olan Coğrafyalar

Orta Asya geçmişte geniş nehir sistemleri, büyük göller ve mevsimsel dengeyle tarıma elverişli, göçebe halklar için yaşanabilir bir coğrafyaydı. Bugün ise Aral Gölü’nün yok oluşu, Hazar çevresindeki su kayıpları, aşırı buharlaşma ve tarım arazilerinin tuzlaşması bu bölgenin yavaş yavaş iklimsel olarak yaşanmaz hale geldiğini gösteriyor.

Gece-gündüz sıcaklık farkı geçmişte 10–12 derece iken bugün bu fark birçok yerde 18–20 dereceyi bulabiliyor.

Bu değişim sadece sağlığı değil, tarımı, hayvancılığı ve en önemlisi mevsimsel hareketliliği etkiliyor.

Eskiden mevsimsel göç yapan topluluklar artık iklimin öngörülemezliği nedeniyle yerleşik yaşam alanlarını tamamen terk ediyor. Son 30 yılda Özbekistan, Türkmenistan, Kazakistan gibi ülkelerden Rusya’ya, Türkiye’ye ve Avrupa’ya doğru göç eden yüzbinlerce insan, ekonomik nedenlerin yanında iklim kaynaklı geçim krizi yaşıyor.

Anadolu’da da Benzer Bir Tehdit Var mı?

Bugün Anadolu'da da aynı uyarı sinyallerini görüyoruz.


• Tuz Gölü'nün büyük oranda kuruması,
• Konya Havzası'nda obrukların artışı,
• Van Gölü çevresinde yağışların düzensizleşmesi,
• İç Anadolu'da yer altı su seviyesinin dramatik şekilde düşmesi,
• Marmara ve Ege'de zeytinliklerin yanması,
• Akdeniz’de tropik sıcaklıklar…

Bu listeyi uzatmak mümkün. Henüz Anadolu'dan büyük ölçekli bir iklim göçü yaşanmış değil. Ancak tarımın sürdürülemez hale gelmesi, su temininin aksaması ve kırsalda yaşamın zorlaşması, özellikle genç nüfusun büyük şehirlere ve yurt dışına göç etmesini hızlandırabilir.

Avrupa ve Amerika’ya Göçler Ne Kadar “İklimle” İlgili?

Afrika’dan ve Orta Doğu’dan Avrupa’ya yönelen göçlerde iklim etkisi doğrudan ve dolaylı olarak hissediliyor. Sudan’daki Nil bölgesinin kuruması, Yemen'deki su krizleri, Sahel bölgesindeki çölleşme... Hepsi çatışmalara, kıtlığa ve nihayetinde yerinden edilmeye neden oluyor.

Amerika kıtasına yönelik göçlerde de Orta Amerika'daki aşırı fırtınalar, kasırgalar ve kuraklıklar etkili.
Artık birçok göç uzmanı şunu kabul ediyor:
“İklim, artık göçün görünmeyen ama belirleyici aktörlerinden biridir.”

İklim Göçü, Geleceğin En Büyük Krizlerinden Biri Olabilir mi?

Cevap: Evet.
Birleşmiş Milletler verilerine göre 2050 yılına kadar en az 200 milyon insanın iklim nedeniyle göç etmesi bekleniyor. Bu göçler yalnızca Güney’den Kuzey’e değil, aynı zamanda ülke içinde kırsaldan kente, deniz kıyısından iç kesimlere olacak.

Ülkeler göç politikalarını hâlâ sadece siyasi ve ekonomik düzlemde tasarlarken, iklim etkilerini göz ardı etmeleri, yakın gelecekte büyük sosyal patlamalara neden olabilir.

Sonuç olarak: Suyun Olduğu Yere Göç Başlar

İklim değişikliği, insanları yalnızca terletmiyor; yerlerinden ediyor.
Artık sınır çizgileri yalnızca haritalarda değil, kuruyan göllerin kenarında, çöle dönen ovalarda ve yağmuru bekleyen tarlalarda yeniden çiziliyor.

İklim göçü, bir gün hepimizin meselesi olabilir. Şimdiden anlamak, konuşmak ve hazırlıklı olmak gerekir.

Süleyman ÇETİN
Çevre Yüksek Mühendisi ve Proje Uzmanı



Dünyayı Şekillendiren Üç Makro Trend: Enerji, Gıda ve Sağlık

DEĞİŞEN DÜNYADA YÜKSELEN ÜÇ ANA DALGA: ENERJİ, GIDA VE SAĞLIK

Değerli dostlar,

Dünya artık eskisi gibi değil, bunu hepimiz hissediyoruz.
Fakat sadece olaylara değil, eğilimlere, yani trendlere bakarsak asıl değişimin nereden geldiğini görebiliriz.
Bu yüzyılın makro eğilimlerine baktığımızda üç büyük başlık hemen öne çıkıyor: enerji, gıda ve sağlık.

Bunlar artık sadece sektör değil, hayatta kalma başlıkları.

1. ENERJİ: YENİLENEBİLİR Mİ, ERİŞİLEBİLİR Mİ, GÜVENLİ Mİ?

Enerji artık sadece “üretim” değil, aynı zamanda jeopolitik bir koz, iktisadi bir kaldıraç, sosyal bir adalet meselesi hâline geldi.
Savaşlar, krizler, yaptırımlar gösterdi ki, fosil yakıt bağımlılığı, ülkeleri zayıflatıyor.
Bu yüzden dünya artık enerji bağımsızlığını konuşuyor.

Bu çağın en büyük sorusu şu:
"Enerji hem temiz, hem ulaşılabilir hem de güvenli olabilir mi?"
Cevap: Evet ama sadece vizyon ve yatırım ile.

2. GIDA: SADECE TOK TUTMAK DEĞİL, STRATEJİK GÜÇ

Pandemide gördük, savaşta tekrar hatırladık:
Gıda tedariki kırılgandır.
Ve gıda sadece sofrada değil, siyasette, dış politikada, göç dalgalarında belirleyici.

Bugün gıdayı konuşurken şunlara bakmamız gerekiyor:
• Tarımda enerji ve su verimliliği
• Gıda israfı ve kaybı
• Kentsel tarım, topraksız üretim modelleri
• Gıda güvenliği ve adil erişim

Unutmayalım ki gıda egemenliği, yeni yüzyılın en stratejik hamlesidir.

3. SAĞLIK: PANDEMİ BİTTİ AMA KIRILGANLIK DEVAM EDİYOR

Sağlık sistemleri, COVID-19 ile en büyük stres testini yaşadı.
Ve artık sağlık sadece hastane ile değil; çevreyle, gıdayla, şehir planlamasıyla konuşulmalı.
İklim değişikliği, su stresi, hava kirliliği, gıda güvenliği…
Hepsi halk sağlığına doğrudan etki ediyor.

Artık toplumlar “önleyici sağlık”, sağlıkta dijitalleşme, yeşil hastane” ve ekolojik tıp gibi kavramlara yatırım yapıyor.

Yani sağlık, sadece tedavi değil, yaşam tarzı hâline gelmeli.

SONUÇ OLARAK:

Enerji, gıda ve sağlık; 21. yüzyılın sadece gündemi değil, geleceği şekillendiren ana akımları.
Kim bu üç alanda erken hazırlık yaparsa,
Kim çözüm üreten iş modelleri geliştirirse,
Kim gençlerini bu konulara yönlendirirse…
İşte geleceğin güçlü toplumu da o olur.

Bizler, çevre mühendisleri olarak yalnızca teknik bilgiyle değil, vizyonla da konuşmalıyız.

Çünkü dünya sadece teknolojiyle değil, aynı zamanda doğru sorularla değişecek.

Süleyman ÇETİN
Çevre Yüksek Mühendisi ve Proje Uzmanı



İklim Değişikliği Hangi Sektörleri Etkileyecek?

İKLİM DEĞİŞİKLİĞİNDEN EN ÇOK ETKİLENECEK SEKTÖRLER: TARIM, SANAYİ, ULAŞTIRMA

Değerli dostlar,

İklim değişikliği bir doğa sorunu değil, bir sistem dönüşümüdür.
Ve bu dönüşüm, ilk olarak ekonomik yapı taşlarını zorlayacak:
Tarım, sanayi ve ulaştırma.

Bunlar yalnızca büyük sektörler değil, aynı zamanda birbirine bağımlı zincirin ilk halkalarıdır.
Bu halkalar dönüştükçe, dalga dalga tüm alt sektörler de değişime zorlanacak.

1. TARIM: TOPRAĞIN DİLİ DEĞİŞİYOR

Kuraklık, mevsim kaymaları, aşırı hava olayları ve toprak tuzlanması…
Tarım sektörü, iklim değişikliğinin en ön cephelerinden biri.
Verimli topraklar susuz kalıyor, bazı bölgelerde ekim takvimi baştan yazılıyor.

Bu dönüşüm:

  • Sürdürülebilir sulama sistemlerini,

  • İklime dayanıklı tohumları,

  • Agroekolojik tarım uygulamalarını
    zorunlu kılacak.

Ve unutmayalım: Tarım sadece gıda değildir. Hayvancılık, tekstil, ilaç, kozmetik gibi onlarca alt sektör onunla birlikte şekil alır.

2. SANAYİ: KARBON AYAK İZİNİN YENİ TANIMI

İklim krizi, sanayinin üretim yapısına dokunmadan çözülmez.
Enerji yoğun sektörler, karbon salımında birincil kaynak.
AB’nin uygulamaya başladığı Sınırda Karbon Düzenleme Mekanizması (CBAM) gibi uygulamalarla sanayi artık sadece maliyet değil, karbon bilançosuyla da rekabet edecek.

Bundan sonra:

  • Atık ısı geri kazanımı,

  • Enerji verimli üretim tesisleri,

  • Yeşil bina ve ekipman dönüşümü
    zorunlu hâle gelecek.

Bu dönüşüm; kimya, çimento, çelik, plastik, tekstil, otomotiv gibi tüm alt sektörlere sirayet edecek.

3. ULAŞTIRMA: YOLLAR YEŞİL OLMAK ZORUNDA

Ulaştırma sektörü hâlâ küresel karbon salımının %25’inden fazlasını oluşturuyor.
İçten yanmalı motorlar, ağır taşıma filoları, deniz taşımacılığı, havayolu…
Hepsi radikal değişimle karşı karşıya.

Elektrikli araçlar, hidrojenli taşımacılık, akıllı şehir çözümleri, toplu taşıma yatırımları artık birer tercih değil, zorunluluktur.

Bu dönüşüm beraberinde akü teknolojisi, batarya geri dönüşümü, yazılım çözümleri gibi yepyeni alanları da büyütecek.

DALGA DALGA YAYILACAK DÖNÜŞÜM

Tarım, sanayi ve ulaştırma; birincil dönüşüm dalgasının merkezindedir.
Ancak bu dönüşüm:

  • Ambalaj üretiminden gıdaya,

  • Enerji dağıtımından inşaata,

  • Lojistikten perakendeye kadar
    tüm ekonomik yapıyı etkileyecektir.

İklim değişikliği bir kriz değil, dönüşüm zorunluluğudur.
Ve bu dönüşümün sancılarını değil, fırsatlarını konuşmalıyız.

Süleyman ÇETİN
Çevre Yüksek Mühendisi – Proje Uzmanı – İklim Okulu Kurucusu



Zirai Don Felaketi ve İklim Değişikliği Arasındaki Bağ Nedir?

Nisan ayının ortasında Türkiye'nin dört bir yanında yaşanan zirai don felaketi, yalnızca bir meteorolojik olay değil; iklim değişikliğinin tarıma ve gıda güvenliğine etkilerinin somut bir göstergesidir. 36 ilde meyve bahçeleri, bağlar ve tarım alanları don etkisiyle zarar gördü. Bu olay, artık “alışılmış” hava olaylarının dışında, mevsim dışı aşırı iklim olaylarının ülkemizde daha sık yaşanacağını gösteriyor.

Zirai Don Neden İklim Krizinin Belirtisidir?

İklim değişikliği, yalnızca sıcaklık artışlarından ibaret değildir. Aynı zamanda:

  • Mevsim kaymaları,

  • Aşırı soğuk ve sıcak dalgaları,

  • Ani hava değişimleri,

  • Uzun kuraklıkların ardından gelen ani yağışlar gibi birçok uç olayın yaşanma sıklığını ve şiddetini artırır.

Nisan ayında yaşanan don olayı, özellikle çiçeklenme ve tomurcuklanma dönemindeki bitkiler için son derece yıkıcıdır. Bu dönemde gelen bir soğuk hava, bir yıllık emeği ve geçimi bir gecede yok edebilir.

İklim Krizi: Üreticinin de Tüketicinin de Sorunu

Zirai donun etkilediği ürünler arasında kayısı, üzüm, fındık, narenciye, Antep fıstığı, karpuz, zeytin, çay, elma gibi Türkiye'nin hem iç tüketimi hem de ihracatı açısından önemli birçok kalem yer alıyor.
Bu da demek oluyor ki:

  • Üretici zarar görüyor,

  • Tüketici fiyat artışıyla karşılaşıyor,

  • Ülke ekonomisi gıda enflasyonu baskısı altında kalıyor.

İklim Okulu’ndan Çağrı: Dirençli Tarım İçin Eğitime ve Dayanışmaya İhtiyacımız Var

İklim Okulu olarak biz, bu olayları sadece “doğal afet” olarak görmek yerine, iklim bilincini artırmak, tarımda uyum politikalarını yaygınlaştırmak ve yerel düzeyde çözüm üretmek için çalışıyoruz.

  • Tarım alanında iklim risk yönetimi eğitimi,

  • Zirai iklim tahminleri ve erken uyarı sistemlerinin kullanımı,

  • Yerel yönetimlerle SECAP (Sürdürülebilir Enerji ve İklim Eylem Planı) hazırlıkları,

  • Ve gençleri bu sürece dahil edecek iklim okuryazarlığı çalışmaları bizim önceliklerimiz arasında.

Çözüm: Daha Dayanıklı Tarım, Daha Bilinçli Toplum

Zirai don gibi afetlerin etkisini azaltmak için;

  • Tarım sigortalarının yaygınlaştırılması,

  • Uyum odaklı tarım yöntemleri,

  • Doğru tür seçimi ve agroekolojik yaklaşımlar
    gibi politikalarla iklim değişikliğine karşı tarım sektöründe dayanıklılığı artırmalıyız.

İklim değişikliği sadece bir doğa meselesi değil; gıdanın, geçimin ve geleceğimizin meselesidir.
Ve bu yüzden, iklim okulu gibi yapılar, sadece bilgi vermekle kalmaz; farkındalığı eyleme dönüştüren toplulukları inşa eder.



Su Haritası Alarm Veriyor: Yeraltı Suyu Tükeniyor


YERALTI SULARI TÜKENİYOR: GELECEĞİN SESSİZ KRİZİNE HAZIR MIYIZ?

Sevgili dostlar,

Bir bardak suya ulaşmanın ne kadar kolay olduğunu düşünebiliriz. Ancak dünyada milyarlarca insan için bu sıradan bir eylem değil, aksine bir hayatta kalma mücadelesi. Su, dünyanın her köşesinde eşit dağıtılmış bir kaynak değil. Ve ne yazık ki, artık sadece yüzey sularından değil, yeraltı sularından da umudumuz azalıyor.

Yeraltı Suyu Nerelerde Bitiyor?

Dünya Kaynak Enstitüsü’nün 2019 verileriyle hazırladığı analiz, pek çok ülkenin yeraltı suyu kıtlığı yaşadığını açıkça ortaya koyuyor. Katar, İsrail, Lübnan ve İran başta olmak üzere birçok bölgede yeraltı suyu çekimleri, yenilenebilir kaynakların ötesine geçmiş durumda. Kısacası, insanlar doğanın sunduğu kadar suyu değil, daha fazlasını çekiyor. Bu ise hem toprak altındaki dengenin bozulmasına hem de su krizlerinin kalıcı hale gelmesine neden oluyor.

Küresel Düzeyde Korkutan Eğilim

Artan sanayi üretimi, kontrolsüz tarım sulamaları, çarpık kentleşme ve nüfus yoğunluğu yeraltı suyu üzerinde büyük bir baskı oluşturuyor. Özellikle gelişmekte olan ülkelerde su kaynaklarının kötü yönetimi bu sorunu daha da derinleştiriyor. National Geographic, ESRI ve Utrecht Üniversitesi tarafından hazırlanan Dünya Su Haritası bu gerçeği yüzümüze vuruyor: 40 yıllık veri analizine göre dünya genelinde 22 sıcak nokta, su talebinin yenilenebilir su arzını aştığı bölgeler olarak belirlenmiş durumda.

Kaliforniya'dan Nil Nehri’ne, Türkiye’den Afrika’ya: Dünyada ve Ülkemizde Durum Ne?

Dünya Su Haritası’na göre birçok kritik bölge ciddi yeraltı suyu kıtlığı ile karşı karşıya. Meksika'dan Mısır'a, Pakistan'dan Endonezya'ya dek pek çok ülkede tarımın ve şehirleşmenin yoğun olduğu alanlar su kriziyle mücadele ediyor. Fakat Türkiye'nin durumu da hiç iç açıcı değil. Haritada Türkiye, yeraltı suyu kıtlığı açısından “yüksek” risk kategorisinde yer alıyor. Özellikle Konya Ovası, Güneydoğu Anadolu ve İç Anadolu gibi tarımsal üretimin yoğun olduğu bölgelerimizde yeraltı suları hızla azalıyor.

Türkiye'de tarımsal sulamanın önemli bölümü hâlâ yeraltı sularından sağlanıyor ve çoğunlukla geleneksel sulama yöntemleriyle gerçekleştiriliyor. Bu durum, yenilenebilir kaynaklardan daha fazla su çekmemize yol açıyor. Aynı zamanda artan nüfus, şehirleşme ve iklim değişikliğinin etkileriyle beraber Türkiye'deki yeraltı suyu rezervleri her geçen gün biraz daha azalıyor. Gelecekte ülkemizde su krizi yaşamamak adına, acilen yeraltı su kaynaklarımızı daha bilinçli yönetmeli ve sürdürülebilir yöntemlere geçiş yapmalıyız.

Su Kıtlığı Savaşları Mı Getirecek?

Uzmanlar suyun önümüzdeki yıllarda çatışma nedenlerinden biri olabileceğini söylüyor. Çünkü su, sadece tarımsal üretimin değil, sağlığın, eğitimin ve kalkınmanın temel yapı taşı. Suya ulaşamayan topluluklar göç etmek zorunda kalıyor, şehirler plansız büyüyor ve sosyal dengeler sarsılıyor.

Yeraltı Suyunu Nasıl Koruruz?

• Sulama sistemlerinde damla ve basınçlı sistemler tercih edilmeli
• Yeraltı suyu çekimi kontrol altında tutulmalı ve bölgesel planlamalar yapılmalı
• Şehirlerde yağmur suyu hasadı teşvik edilmeli
• Tarımsal üretimde iklim dostu yöntemler benimsenmeli
• Toplumlarda su okuryazarlığı artırılmalı

Sonuç: Suyu Yönetmeden Geleceği Yönetemeyiz

Sevgili dostlar, yeraltı suyunun çekilmesi sadece bir çevre sorunu değildir; aynı zamanda sosyal, ekonomik ve politik bir risktir. Tüm göstergeler, biz yönetemezsek doğanın artık kendini savunamayacağını söylüyor. Suyun değerini musluklar kuruyunca değil, kaynaklar tükenmeden önce anlamalıyız. Çünkü yeraltı suları, gözümüzün görmediği ama hayatımızı taşıyan en büyük hazine olabilir.

Siz ne düşünüyorsunuz? Yaşadığınız bölgede yeraltı su kaynakları hakkında bilgi sahibi misiniz? Farkındalığımızı birlikte artırmak dileğiyle.

Sevgiyle kalın,

Süleyman ÇETİN
Çevre Yüksek Mühendisi ve Proje Uzmanı